.

.
Telefon Kılıfı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Telefon Kılıfı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Nisan 2011 Perşembe

Üzüm Üzüm İki Gözüm...

Bu üzümlü modelleri kendime yaptım, renkleri açık olsun ki çantanın içine gözle bakıp el uzattığım da bulayım diye ama nerdeee aramaya kalkınca herşey ortaya dökülüyor ve en son çıkıyor mutlaka aradığım... Niye 2 anahtarlık diyeceksiniz, biri bizim biri de teyzemlerin ki her an ikisi de yanımda olmalı. Niye 2 telefonluk diyeceksiniz ki biri hatlı biri kontürlü :)) Hızımı alamadığımdan değil  hiçbiri yani...

Şu çanta denilen şey kadınlar için ne tuhaf bir icattır. Ne ironidir Yarrrabim, kullanmasan eksikliği hissedilir durur, hani sap gibi elin bomboş havanı bile bozar elini nereye koyacaksın onu bile şaşırırsın yokluğunda. Her yıl modeller değişiyor, çantalar taşıdıklarımıza yetersiz kalıyor ki büyüdükçe büyüyor.Zaten bir sürü şeyi taşıma eğilimimiz varsa hiç gözümüz küçük modellere kaymıyor hep büyük daha büyük,hep daha çok gözlülere bakıyoruz.  Nereye gitsek hammal gibi bir gün içinde kullanmadığımız ne çok şey taşıyoruz farkında mısınız? En özetle; cüzdan, bozuk para çantası, mendil, parfüm, kalem, ruj, anahtarlık,telefon, kitap, cız ve çakmak ilk aklıma gelenler bir de bunların iç muhteviyatları var onları hiç saymayayım en az 2-3 kart, discount kartları,eş çocuk sevdiklerinin resimleri, 3-4 anahtar diye açılım yaparsam çıkamam hiç işin içinden. Bunlara ilave makyaj çantası (içinde rimelinden pudrasına kadar tam tekmil), deodorant, ıslak mendil, kanatlı hatta bunlar için ayrı ayrı çantalar, not defter, ipod, mp3 çalar, ciklet, şeker, küçük atıştırmalıklar, telefon kılıfları,kulaklık,çanta aksesuarları(Hani sapa asılıp sallananlardan), akbil, say say bitmez. Minimum 3 kilo, çanta ağırlığını saymazsak, maksimum da 5 kilo vardır herhalde. Hele  iş çıkışı spora falan gidiyorsanız ek torba, ek çanta da cabası... Bizlerden iyi halterci olur biraz çalıştırılsak yani...

Şimdi gelelim 15 yıl önceki hazin çanta macerama...
Bir arkadaşım dükkan açıyor Ortaköy'de ve içeride dekorasyon işleri yapılıyor. Ben bekliyorum dükkanı, hırsızlar kol geziyormuş Ortaköy de geldi biri de beni buldu. Giren çıkan çivi çakan belli değil dükkana, bir tek dekorasyonu yapan adamı tanıyorum diğerlerinden her gireni ilk görüyorum. Masanın yanına koydum çantamı, gelene gidene dert anlatıyorum oraya koyma kardeşim, burayı bozma,boyaya dokunma, yaptığını sen beğendin mi? Bu arada bir arap turist kafilesi de bu hengameden faydalanıp dükkana girdi, daha açılmadık diye dert anlatana onları dışarı çıkarana  kadar kuş oldu uçtu benim çanta. Kaldırımcılık suçuymuş bu. Bir mizahsen hazırlanıp kişinin önü kesiliyor sorular soruluyor gürültü yapılıyor bir diğer kişi de çantayı göğüsleyip kaçıyormuş. Neyse olan oldu, gitti çanta, düştük karakol yollarına... Bulunacak ümidi taşıyorum ki tutanak tutturuyorum kalem kalem her şeyi ki bulunduğunda mahçup olmayayım fazla çıkarsa diye mazallah...
Ben söylüyorum, polis yazıyor, tabii ilk etapta kredi kartları tek tek, banka banka döktürüldü, ardından paralar :=(o dönem çek karnesi kulanırdık, onun dökümü, nüfus cüzdanı, ehliyet, banka kimlik kartları,üyelik kartları yukarıda saydığım çanta içinde taşınan tüm ilaveli malzemele listesi, fazlası var eksiği yok... Polis memuru soruyor daha var mı diye? EE var tuzluk, karabiberlik, kapaklı payrex(içinde haşlama patates), 2 elma, folyoya sarılı 2 sandwich ...
- Başka? diyor polis. Dur daha diyorum içimden daha başındayız, bir kazak, bir bluz,bir çorap, iç çamaşırı,  penye bir pijama ,dükkanın günlük kasa defteri, oje, fön fırçası,tarak...Akşam arkadaşımda kalacaktım da diyorum açıklayıcı not olarak...Ölçüm için metre, kol saati...
Parmaklarını tıklatıyor polis, daha var mı diye sorarken? Düşünüyorum, kolyem aklıma geliyor.Evet diyorum var: ''Kolyem''
Değerli mi? diyor polis memuru...değeri neydi diye düşünürken ve yok değil galiba ama seviyordum diyecekken aklıma çantanın içindeki çakmaklar geliyor ter boşalıyor üstümden, daha önce yazdırdıklarıma külliyen pişman oluyorum, ayy keşke onlardan birini söylemez olaydım da bunlar zamanında aklıma gelseydi. Şimdi başka diye sorunca ne diyeceğim polise diye düşünürken de polis ''Başka?'' deyiveriyor zaten.
- Çakmaklar.. diyorum utana sıkıla. 3 tane Zippo, 2 gümüş masaüstü,  2 gümüş el tipi  toplam 7 çakmak...
Polise daral geldi ama neden 7 çakmak diye soramıyor kibarlıktan :
- Kardeşim bu bavul mu, yani bavul gibi bir şey mi, spor çanta derken anlatın bakim bir daha ebadını?
-Hayır diyorum biraz büyükçe spor normal kadın çantası...çakmakları açıklamaya geçiyorum arada kaynamasın,konu komşu ve evdekiler Ortaköyde doldurturum diye verdiydi, onlar ondan yanımdalar:(

Kafasını iki yana sallaya sallaya kayıp tutanağının sonuna düştüğü cümleyi 15 yıl geçmesine rağmen hiç unutamıyorum.

.... kişinin verdiği ifadeye göre tutanağa kaydedilen muhteva mavi renkli iri normal bir kadın çantasının içinde kaldırımcılık suçuyla gasp edilmiştir.

Bugünkü aklım  olsa sadece kartları yenilemek için onları döktürür çıkardım karakoldan, yani bir nebze olsa da bu yönden değiştim:)))
Kaldırımcılık suçunu işleyenlerin para gibi değerli şeyleri aldıktan sonra genel eğilimleri  atma yönündeymiş ama yaşasın benimkini atmadılar:)), hiç bulunamadı çanta, iyi ki de bulunamadı saymayı unuttuğum ufak tefekte olsa bir dolu daha şey çıkardı mutlaka teslimatta...
EE Kaldırımcılar!!! Sizi benden çaldıklarınız için affettim, hepsini fazlasıyla yerine koydum da, o gün beni düşürdüğünüz durumu da, o polis memurunun bıyık altından gülen bakışlarını da hiç unutmadım, bu yüzden 2 elim halen yakanızda bilesiniz...

7 Aralık 2010 Salı

Bir nefes Istanbul...


Telefon kılıfı yapımına devam...daha da devam edeceğim etmesine de plastik şişelerin sonu geldii evde kıtlık başladı:) Büyük şişelerde alışveriş yapınca bitmesi de uzun zaman alıyor, kedinin ciğer beklediği gibi gidip gelip bakıyorum bitmesine en yakın hangisi  var diye:)))

Bu kere tema Istanbul, dünyanın en güzel şehri, tüm kargaşasına ve zorluklarına rağmen yaşamaktan mutlu olduğum şehir benim için...

Resim ve çizim konusunda deneyim sıfır ama cesaret had safhada şu günlerde, elime boyalar geçti geçeli kendimi tutamıyorum napim :))

Bu da kılıfın arka yüzü ve bir karanfil çalışması...

2 Aralık 2010 Perşembe

Kaplumbağalı Telefon Kılıfı



Tarihin içine dalınca 1900 lü yıllarda Osman Hamdi Bey'in Kaplumbağa Terbiyecisi adlı eserini görmemezlikten gelemedim:))
Müthiş resimleri olan bir ressamın kendini kaplumbağa terbiyecisi olarak resmetmesi bir hiciv olsa gerek...Ve yüzlerce resim dururken bir tek bu eserinle hatırlan dur, o da ayrı bir ironi:))
Ne zor iştir ben bilirim kaplumbağaları terbiye etmek, laf aramızda pek başarılı olduğunu da sanmıyorum, gel desen gelmez,git yat desen yatmaz,otur desen oturamaz, gider gelir beslersin,memnun mudur, mutsuz mudur pek anlayamazsın :))
Aynı benim beslerken baktığım gibi bakıyor:)))
Nerden mi edindim bunca tecrübeyi?
Ben de kaplumbağa yetiştirdim, evime ön kapıdan girebilen ve evcil hayvan bu vallahi diye diye hane halkını ikna ettiğim tek hayvanımdı üstelik.Avucumda  yatar uyurdu da hiç güldüğünü görmedim mesela:)

Boyaya bulandım yaa resme bakarken canım benim de  kaplumbağa yapmak istedi...
Yok yok korkmayın Osman Hamdi bey'in eserini taklit etmeye falan kalkmadım.
Benim kaplumbağalar ümitsiz vak'alar, başıboş öyle dolaşır dururlar şimdi de gece olmuş evlerine gidiyorlar:)))

27 Kasım 2010 Cumartesi

Bir masal gibi...

Demiştim yaa kral giyimine çok düşkündü...
Bir giydiğini bir daha giymez, giydiği giysilerden de kimse de olsun istemezdi.
Bütün gün sarayın dokuma tezgahları, terziler, makastarlar, kalıpcılar terzihanede gün boyu yeni kıyafetler yetiştirmek için durmaksızın çalışırlardı. Tam 3 yıl önce ''Benden iyi kimse size elbise dikemez, diktiğim elbiseyi sizden başkası giyemez'' diye kralın aklını  soytarı bir dolandırıcı, güya komşu  krallıkta başterziyim diye çelmiş ve günlerce krallıktaki ipek böceği kozalarını toplatıp,kazanlarda kaynattırmış ve aylarca dokuma tezgahlarında güya aptalların göremediği bir kumaşı dokutmuştu.Üzerine rivayet oydu ki hazineden gönderilen en değerli elmaslar, altınlar,zümrütler,yakutlar işlenmişti kaftanın. Üstelik her gün kralın üzerinde prova yapmış yakasını düzeltip,tam tamına beline oturtmuştu... Ama kimse görememişti ki...Tüm ahali hatta kral dahi görmüş gibi davranmış  kimse aptallığı kabul edememişti ki.... Taaa ki o küçük, çelimsiz çocuk tören alayında parmağıyla kralı işaret edip, kahkahalarla gülerek ''KRAL ÇIPLAK!!!'' diye bağırana kadar...
Olan oldu, hiç böyle kıyamet kopmadı, hiç böyle sessizlik olmadı, hazineden yüklüce bir servet kuş olup uçtu, en kötüsü de kralın şanı ''Çıplak Kral'' diye aldı yürüdü. Dokuma tezgahları o günden sonra daha hızlı çalıştı, tam da şu günlerde kralın giydiği o değerli kaftanlarla o tatsız lakap neredeyse unutulmaya yüz tutmuştu.
Bu kere çarşı  meydanında 3 arşını geçmez köhne karanlık terzi dükkanı bulunan yaşlı bir terzi krala ''Bir tek ben silerim üzerinize sıvanan lakabı dikeceğim giysiyle''diye kafa tutana kadar!!! (Acaba o güne kadar fukara cübbesi dışında herhangi bir soyluya kıyafet dikmiş miydi?kim bilebilir?) Kral'ın aklına 3 yıl önceki olay gelmiş ve pek bir hiddetlenmişti. Bu kere tedbiri elden bırakmayacak ve bu şaşkın terzinin restini görecek ya eski şanına kavuşacak ya da halk önünde bir kez daha çıplak kalacaktı. ''Restini görüyorum şaşkın terzi'' diye gürledi.''10 gün süre sana ya kıyafeti tören gününe kadar hazır edersin ya da tören başladığında kellene veda edersin'' ''Tamam''dedi terzi, ''sizden ne değerli taş isterim ne de altın, önce giyin elbiseyi eğer beğenirseniz ve hayatta kalırsam o zaman katını ödersiniz.Yanlız sizden bir çuval kermes, bir çuval ipek böceği isteyeceğim malum fakirlik'' dedi... Kral bir çuval kermes ile bir çuval ipek böceğini gönderdi viran dükkana ve beklemeye başladı.
Çarşı meydanındaki köhne dükkanın  ışığı 10 gün boyunca gece gündüz hiç sönmedi, kapısı hiç açılmadı, ipek böceği kozaları kazanda kaynatıldı,kermesler sağıldı .Çıkrık sesleri 10 gün boyunca hiç susmadı. Sarayda tören hazırlıkları başlamıştı, tören alanının hemen yanına bir de darağacı sehpası kuruldu. Halk suskundu, kim kimle tokalaşsa elleri buz gibiydi olacakların endişesinden...
Herkes bir merak tören alayını doldurmuş soluksuz bekliyorlardı kralın çıkışını.Yaşlı terzi bir değil iki kıyafet dikmişti kral için ve  sandıkta sakladığı kıyafetlerle sarayın yolunu tuttu. Anlaşmaya göre, kral kıyafeti giyecek, kendi bile görmeden gözleri kapalı halkın karşısına çıkacaktı.Terzi ise boynuna kalın urganı dolayacak darağacında bekleyecekti.
Öyle sessizdi ki ortalık... Dinledi ve tek bir alkış sesi duydu kral, derinden gelen bu alkış gittikçe kendisine yaklaşıyor ve yaklaştıkça da kuvvetleniyordu.  Kral dayanamadı boncuk boncuk terler döküyordu,gözündeki bandı hızla çıkardı, karşısındaki çocukla bir anda göz göze geldiler.Minicik bir elden çıkıyordu bu alkış... Buu o çocuktu.. 3 yıl önce ''Kral çıplak'' diye bağıran çelimsiz küçük çocuk tam karşısında durmuş minik avuçları ile kralı alkışlıyordu...Kral üzerindeki elbiseye dokundu, yumuşacıktı, rengi kermes kırmızısıydı ki daha önce bu renkte bir kumaş dokunmamıştı krallıkta, öyle değerli taşlar falan yoktu ama farklı,sade,sıcacık bir duruşu vardı. Kral çocuğu kucağına aldı ''Gerçekten beğendin mi yoksa o darağacında bekleyen adamı kurtarmak için mi beğenmiş gibi yaptın?'' diye sordu. Çocuk yüzünde koca bir gülümsemeyle ''Ne insanlar gördüm, üzerlerinde giysi yoktu, ne giysiler gördüm içinde insan yoktu padişahım, oysa siz bugün  boncuk boncuk terler döktünüz ya çıplaksam yine rezil olacağım halkın karşısında diye... ben cesaretinizi alkışladım, insan yanınızı alkışladım'' dedi...



Hadi bakalım masal bitttiiii, herkes bloguna:)))

Banucam şimdi tek kaşı havada gelir ''Allah Allah şimdi her işe bir öykümü yazacağız!!!'' der... Zaten bu öyküyü de şöyle akıllı uslu kaftanları yayına tam da gönderecekken,Banucamın sözleri geldiği için kurguladım:))) Kaşını havaya kaldırdım mı Banucuğum?

8 Kasım 2010 Pazartesi

Asansörlü Telefon Kılıfı

Yine bir geri dönüşüm yolculuğu...
Malzeme yine aynı; plastik deterjan şişesi ambalajları...
Yine kalıp çıkarıldı,kesildi, biçildi,kumaşla kaplandı ve çöpe gitmektense yine işe yarar bir işlev kazandı ve bu kere asansörlü bir telefon kılıfına dönüştü:)
Yakın bir gelecekte çantanın içi  plastik atık malzemelerinden oluşan objelerden geçilmeyecek...
Aman varsın geçilmesin, piyasadaki bu tür telefon kılıfları fazla ciddiydi ve üstelik marka uyumsuzluğu nedeniyle benim telefonuma da dar geldi...
Hal böyle olunca ben de kendi markamı yarattım, fena mı olmuş?