.

.

30 Aralık 2010 Perşembe

Nice Mutlu Yıllara...

Bu
Yılbaşı
ağacımı
hediyelerle
donatmak
yerine, her dalını
bir dostumun adı ile
süslemek istedim…
Yakın dostlar, uzakta olan
arkadaşlar. eski arkadaşlar,
yeni dostlar. Her gün gördüklerim
ve ara sıra görüşebildiklerim. Hep
aklımda olanlar ve sıkça unuttuklarım…
Her zaman yanımda olanlar ile olamayanlar
Kötü gün dostlarım, hep destek olanlar... İstemeden
üzdüğüm dostlar ve istemeden beni üzenler. Çok yakınımda
olanlar, ulaşamadıklarım, yıllardır görmediklerim, özlediklerim....
Vefa borcu olduklarım. Bir telefon uzaklığında olanlar.
 Alçak gönüllüler, gönülden sevenler.
 Az ya da çok hayatıma girmiş
tüm isimler… Bu
ağaçta hepsinin
kökleri sağlam,
dalları uzun ve
güçlü olacak.
İsimleri
daima asılı kalacak…
 Her yeni yıl, eskilerin yanına yenileri eklenecek.       
Zor   anlarda ağacımın gölgesi dostları ve dostlukları
bir       nefes    serinletecek. Yeni yılla gelen tüm  yeni
umutların,  yeni başlangıçların, dostların, bütün yeni
günlerinizi aydınlatması ve sizlerle daha güzel anlar
paylaşmak dileğimle...
İyi Seneler


Her yıl yeni bir yıla girerken bir şiir düşer aklıma... Murathan Mungan'ın Bir Yılın Son Günleri adlı şiiridir bu şiir... Aslında hiç eskimez belleğimde her gün bir mısrasını hatırlarım belki yazar benim kadar anmıyordur unutmuştur bu şiirini, kimbilebilir...
Her yıl, yeni bir yıla girerken gözlerimi kapayıp  ''Tanrıdan beni adresini yüzlerinde taşıyan, duru,yalın,çalışkan iyi insanlarla karşılaştırmasını''  dilerim. Bu yıl o çok sevdiğim çam ağacının dallarını umutlar,dostluklar ve özlemlerle bezemişler ve böylesi güzel bir çam ağacı yaratmışlar... Ben sevdim ve dileğim o kiburada da beraber büyütelim hem dostluğumuzu hem de çam ağacımızı yeni bir yılda, yeni paylaşımlar, güzel dostluklar, hoş sohbetler,sevgi ve saygıyla...


27 Aralık 2010 Pazartesi

Semâ'ya Açılan Eller...



Onlar, Hâk yolunda, yüreklerinde Tanrı aşkı ile Sema'ya yöneliyorlar... Büyük bir disiplin, büyük bir yolculuk...

Magic Boxlarımda bu kere güzel şehir Konya'mız ile sembolleşen bu yolculuğu resmettim.

Benim yaptığım bu çalışma acemi işi, kusurlarım için affola, özellikle çizimler konusunda her defasında söylediğim gibi deneyimsizliğime rağmen deneyipte uzaktan da olsa görsellikte istediğime yakın bir sonuç yakalayınca  büyük bir manevi mutluluk duyuyorum. Bu kere kutunun 3 tarafına çalıştım semazeni, kutuyu çevirdiğiniz zaman dönüyormuş hissi yaratsın diye..Eee peki,bunu size nasıl göstereceğim, işte Sevgili Nedukcuğumun bana ilham verdiği yöntemle, o pırıl pırıl kar tanelerinin videosunu çekmişti, aaa ben de son çalışmama bunu nasıl yaparım derken bloğu biraz kurcaladım, blogun bu hizmeti zorlanmadan verdiğini görünce de pek bir sevindim, hemen çekim yaptım ve heman yayınladım:)))
.




 Sen anılması güzel olan bir söz ol. Çünkü insan; hakkında söylenilen güzel sözlerden ibarettir...
Hz. Mevlana


25 Aralık 2010 Cumartesi

Erken Yeni Yılım...


Çocukluğumun geçtiği siteye taşınmamızın üzerinden 42 yıl geçmiş, bu süre aynı zamanda bir elin 5 parmağı özel  dostluğun da  başlama tarihi... Biz her daim birbirimiz için özel olduk, kötü günümüzde iyi günümüzde her birimiz için dayanacak baş, aranacak göz olduk.
Onlar beni kapı önünde çömelmiş inşaat kumuyla oynayan bir kız çocuğu olarak hatırlıyorlar, ben onlardan ikisini arkadaş bulmak için sokağa çıkmış iki kız kardeş olarak hatırlıyorum. ''Sen bu site de mi oturuyorsun?'' diye sormuşlardı kapıdan çıkar çıkmaz  bana,  ben de onlara ''Benim de ablam var, bu yıl okula başlayacağım hem de...'' demişim  ilk merhaba olarak...
Neler yaşamadık ki biz birlikte; o zamanlar çin malı plastik çam ağaçları yoktu ki ailelerimiz bize de alsın, oysa ne çok heves ederdik, biz de yeni bir yıla girerken bir çam ağacı süslemeyi ne çok isterdik, şanslıydık ki sitemizin bahçesinde çok güzel bir çamlık vardı.. Kökünden hiç sökmeyi denemedik bütün bir çocukluğumuzun manzarası olan çam ağaçlarını ama kuru dallarını toplayıp yaldızlı soba boruları ile boyayıp kendi çam ağacımızı yarattık sevinçle, ''o öyle olmaz, bırak bozacaksın şimdi '' nidaları ile bağrışa çağrışa, sonraları işi abartıp çamlığı  bile süslemeye kalktık...
At kestaneleri ile misket oynadığımızı ve kazandığımız kestaneleri torbalarla her gece kaybolur korkusuyla evlere taşıdığımızı, koca toplarla sokakta raketsiz el tenisi yarışları yaptığımızı, apartmanın otomatik sönen lambaları ile geliştirdiğimiz ve koridorlarda çığlık çığlığa koşturduğumuz kendi icadımız ''Ben hortlaktan hiç korkmam!'' oyununu, gazoz kapakları ile rampada yılan oynamayı, ip atlamayı, paten kaymayı, bisiklete binmeyi, neredeyse 16 yaşlarına kadar erkeklerle kıyasıya  oynadığımız futbol maçlarını  ve maçların ardından tekme tokat  kavgaları, dizlerimizdeki yaraları, kış gecelerinde merdivenle ve kızaklarla yokuş aşağı kaymayı, bale öğrenme çabalarımızı ve sistemli çalışmalar sonunda apartmandaki çocukları oturtup sergilediğimiz o guzel koreografileri, radyodaki arkası yarın dizisine özenip ''Ocak'' adlı bir tiyatro eserini kendi  seslendirme ve efektlerimizle günlerce teybe kaybettiğimizi,  resim kağıtlarında hazırlayıp fotokopi ile çoğalttığımız resimli, çizimli,  bol dedikodulu haftalık bir gazete çıkardığımızı, odalarda toplanıp gün ağarıncaya kadar tık oynadığımızı, beğendiğimiz artistlerle aynı karede resim çektireceğiz diye film karelerini kollayıp kendimizi helak ederek televizyonla sarmaş dolaş olmamızı ve tabii ilk aşklarımızı ... o ilk aşklar  uğruna yaşadığımız komiklikleri, 2. kattan aşağı baktığımızda parlak gözüksün diye gözümüze damlattığımız limonların acısını, gece birbirimizi çağırmak için bestelediğimiz ıslığımızı, odası aynı cepheye bakmadığı için camdan cama gece muhabbetlerini kaçıran arkadaşımızın evinde küçük bedenlerimizle koca eşyaları odadan odaya değiştirmemizi, annesi ''umarım dediklerinizi yapmamışsınızdır, mahvederim hepinizi!!!'' diye azarlayınca aynı gün yine eski hale getirişimizi, genç kızlık dönemlerinde yaptığımız ve Ortaköy'de  soluklandığımız gece gezmelerimizi hiç mi hiç unutmadık.Ne çok unuttuğumuz şey var üstelik... ya da sen yanlış hatırlıyorsun o öyle değildi diye kendi hatırladığımızı aktardığımız... şimdilerde pek seviniyoruz yaş ilerledikçe daha iyi ve daha net hatırlayacağız  unuttuklarımızı da :))
Hiç kavga etmedik, hiç darılmadık mı? Tabii ki oldu, 5 kişi dile kolay ama herşeye rağmen ortamdan hiç birimiz ''dargınız, kırgınım ona ben'' diye uzaklaşmadık, böyle gerilim zamanlarında ''söyle ona, ben görmedim..'' diye 3. bir şahsı araya katarak başlayan dialoglarımız 2 dakika sonra karşılıklı muhabbetlere döndü farketmeden...  Geçen yıllar içinde hiç kopmadık işe güce gailelere rağmen...Acılarımızı paylaştık, başarıları kendi başarımızmış gibi gururla gözyaşları ile alkışladık.  Yıllardır, nerede olursak olalım bir günümüzü mutlaka yeni bir yıla girmeden önce birbirimize ayırdık tıpkı çocukluğumuzda olduğu gibi. Bu akşam yine o gecelerden biri, geçmişi yad edeceğiz, birbirimize aldığımız sembolik hediyeleri vereceğiz, beraber hazırladığımız yemekleri yiyeceğiz, kadehlerimizi gelecek yıllara diye tokuşturacağız, kahkahalarımız gecenin ilerleyen saatlerinde fısıltılara dönüşecek...Usul usul  ''Hadi, çok geç oldu, artık dağılalım'' diye diye koca bir gece konuşmaya zaman yetmemiş gibi 5-10 dakikada fazladan kapı önü muhabbeti yapacağız...
Zannetmeyin ki sadece sene de bir gün buluşup naftalinlediğimiz anılarımızı döküyoruz sandıklarımızdan, hayır, öyle değil, hepimiz taşındık çocukluğumuzun geçtiği siteden ama yine de ayrılamadık:))  şimdilerde yine  aynı sitede farklı  bloklarda yaşıyoruz:))
Öylesi bir dostluk işte bizimkisi, sıradışı, yıllanmış ama yıpranmamış, suskunluğumuzla bile konuştuğumuz...Siyah-beyaz bir fotoğraf karesi olarak kalmasın diye emek sarfettiğimiz...
Sizlerin de mutlaka böyle sıradışı dostlukları vardır ve dilerim ki sizlerinkini de bizim gibi yıllar eskitemez ve  uzaklıklarda girse araya sürüyordur bu kadim dostluklar...
Çünkü gerçekten çok güzel bir şey bizim yaşadığımız , onların varlığını hissetmek çok güzel, beraber geçirilecek bir gece için heyecan duymak çok güzel...

16 Aralık 2010 Perşembe

Kokoşu sonunda buldum:)))


Geçenlerde Tülinciğimle mailleşirken bi laf etti pek sevdim: ''Tembel'e iş buyur sana akıl öğretsin'' daha önceleri sıkça kullanırdım ama gel zaman git zaman unutmuşum...
Efendim, 18'i Bade'min babasının doğum günü, yanii Bade'ye gideceğiz yaa eteklerim pır pır, oğluşa nasılsa bir şey uydururuz da kıza ne alacağız ne götüreceğiz o kısımla daha bir alakalıyım.Nasıl seviniyor bir görseniz, oyuncaklarla arası pek yok ama kıyafet götürünce bir başka oluyor sevinci... Önlük tamam, pijama tamam da bir şeyler eksik orta kısımlarda...  Yakınım da bir şey bulamayacağım için ablama dedim uygun bir şey görürsen al diyeee...(Burada tembel ablam oluyor) Gitmiş gelmiş gülüyor karşıma geçip ''Bak ne aldım Bade'ye'' diye, ala ala 3 çile değişik bir yün alıp gelmiş ''Al bundan hırka ör'' diyor. (Yok hakkını yemeyeyim araya bir de elbise ile çorapta almış ama yünü gösteriyor önce  beni çileden çıkarmak için) Zaman yok benim eteklerimde zil çalıyor bir de 2 şişi alıp örgü öreceğim ve de üstelik yarına yetiştireceğim. Önce afaganlar bastı ama sen misin alıp getiren diye düşünürken verdim eline 2 şiş oturttum örgünün başına 10 sıra ör 2 ilmek eksilt 7 ilmek arttır derken ördürdüm hırkayı... Fason işçi tuttum yani:))) EEEE boşuna dememişler tembele iş buyur sana akıl öğretsin.(Buradaki tembel de ben oluyorum:))
Hemen yan dikişleri tamamlandım, kurdela ile süslendim ve paketlendim...
Resimlerini çekerken aklıma yine kokoşluk düştü, hani şu kanıma dokunan kokoş kelimesi, baktım baktım  Bade hanıma cuk oturdu:)))
Kokoş ooo ben değilim,yaşasın buldum, buldum....

Kırmızı olsun 3 kuruş fazla olsun:)))
Maviyi kot ile giyecek ondan mavi:))

13 Aralık 2010 Pazartesi

Madem öyle yemekleri o (mu) yapsın:)))

Yok yokkk o daha küçücük, yemek falan yapamaz, biz bir tek yesin razıyız, diş çıkarıyor şu günlerde pek iştahsız... Unuttunuz mu yoksa Bade'den bahsediyorum, bu önlükler de Bade'm için:))
Mutfak en sevdiğimiz ve kimsenin gözü üstünde değilken pır diye kaçtığımız mekan olmasına rağmen asıl sıkıntı habersiz ve hazırlıksız zamanımızda bize gelince yaşandı:( Hem bu kadar seviyorsun hem de şuncacık çocuk için bir önlük bulundurmuyorsun diye sormazlar mı bana:))Sorarlar tabiii...
Son geldiğinde, ki surpriz bir baba-kız kaçamağıydı geçen haftasonu, evde en küçük bulduğumuz önlükle ikramlarda bulunduk, önlüğü öyle sevdi ki üzerinden çıkarmak istemedi giderken.. Başımızı yakacak bu çocuk, üzerinde bir çok suç izi ile:)))
Evde berisini nerede kullandığımı bilemediğim bu kumaşı bulunca gerisi ile de Bade'me önlük diktim, biri ona gidecek biri biz de kalacak ve onun yine gelmesini bekleyecek...



11 Aralık 2010 Cumartesi

Veee Laleli Magic Box'lar...


Vee Magic Box'lar da lale modasına uydu... İtiraf edeyim bunlarda zorlanıyorum alan eğimli olunca ve de 2 yüzeye çalışınca, bir de kurumaları uzun sürünce çiçeklerle bezediğim mutlu günleri mumla arar oldum:)))
Karanfillere geçsem mi yavaş yavaş, yok yok daha doyamadım ben lalelere:)))




9 Aralık 2010 Perşembe

Laleli Zamanlar/2...


 Büyükşehir Belediyesi ile yarış halindeyim, şu Lale Devrini yeniden canlandırmak gerektiğine iyiden iyiye inandım, ben 100 altına alıcı buluyormuş bir soğan derken google'da 1000 altına vardığı rivayet olunan fiyatlara rastladım:))) Tutmayın beniii...

Son lalelerim de hasbahçelerinde yerlerini aldılar efendim...

7 Aralık 2010 Salı

Bir nefes Istanbul...


Telefon kılıfı yapımına devam...daha da devam edeceğim etmesine de plastik şişelerin sonu geldii evde kıtlık başladı:) Büyük şişelerde alışveriş yapınca bitmesi de uzun zaman alıyor, kedinin ciğer beklediği gibi gidip gelip bakıyorum bitmesine en yakın hangisi  var diye:)))

Bu kere tema Istanbul, dünyanın en güzel şehri, tüm kargaşasına ve zorluklarına rağmen yaşamaktan mutlu olduğum şehir benim için...

Resim ve çizim konusunda deneyim sıfır ama cesaret had safhada şu günlerde, elime boyalar geçti geçeli kendimi tutamıyorum napim :))

Bu da kılıfın arka yüzü ve bir karanfil çalışması...

2 Aralık 2010 Perşembe

Kaplumbağalı Telefon Kılıfı



Tarihin içine dalınca 1900 lü yıllarda Osman Hamdi Bey'in Kaplumbağa Terbiyecisi adlı eserini görmemezlikten gelemedim:))
Müthiş resimleri olan bir ressamın kendini kaplumbağa terbiyecisi olarak resmetmesi bir hiciv olsa gerek...Ve yüzlerce resim dururken bir tek bu eserinle hatırlan dur, o da ayrı bir ironi:))
Ne zor iştir ben bilirim kaplumbağaları terbiye etmek, laf aramızda pek başarılı olduğunu da sanmıyorum, gel desen gelmez,git yat desen yatmaz,otur desen oturamaz, gider gelir beslersin,memnun mudur, mutsuz mudur pek anlayamazsın :))
Aynı benim beslerken baktığım gibi bakıyor:)))
Nerden mi edindim bunca tecrübeyi?
Ben de kaplumbağa yetiştirdim, evime ön kapıdan girebilen ve evcil hayvan bu vallahi diye diye hane halkını ikna ettiğim tek hayvanımdı üstelik.Avucumda  yatar uyurdu da hiç güldüğünü görmedim mesela:)

Boyaya bulandım yaa resme bakarken canım benim de  kaplumbağa yapmak istedi...
Yok yok korkmayın Osman Hamdi bey'in eserini taklit etmeye falan kalkmadım.
Benim kaplumbağalar ümitsiz vak'alar, başıboş öyle dolaşır dururlar şimdi de gece olmuş evlerine gidiyorlar:)))

1 Aralık 2010 Çarşamba

Laleli Zamanlar...

Yıl 1710...Lale Devri...Rivayet odur ki bir lale soğanı 100 altına alıcı buluyormuş zamanında... Istanbul'un her yanı Padişah için düzenlenmiş hasbahçelerden geçilmiyormuş..

Yıl 2010... Lale devri çocuklarıyız biz...Mekan,Istanbul... Laleleri kendimiz yetiştiriyoruz çok şükür... Hasbahçeler artık geride kaldı,yol kenarlarına boylu boyunca eker olduk, yani o kadar bol artık lalemiz...

Aralık ayı geldi mi hazırlıklar başlar yol kenarlarına ekim için ama her nasılsa 1 ay bile yaşatılamaz canım çiçekler onca emeğe rağmen :(

Bunlarda benim lalelerim,uzun ömürlü olsunlar inşallah:))

Boyama işi çok zor benim gibi eğitimsiz biri için, özellikle bekleme aşamaları ve ilklerde,düzelme yapmak için dokunamamak bayağı yıpratıcı süreç bir de boyayı sulandırmaya korktuğumdan fırça ile debelleşip durdum, sonra elim alıştı... Ben çok ince bir iş çıkarmak için uğraşmadım açıkcası,kaftanlardaki görselliği desteklesin yeter dedim, hoş demeseydim de bundan iyisini sanırım yapamazdım. Ne demişler; ''Bundan iyisi Şam'da kayısı:))
Sahi onu neden demişler acaba?



Magic Boxlara denemesem olmazdı:)))



Eğlenceli bir anektod: Lale, Istanbul'dan  Hollanda'ya 16.yy da ilk gittiğinde Hollandalılar lale soğanını kızartıp, yağ ve limonla afiyetle yemişler:)))

30 Kasım 2010 Salı

ALE GİTANA!!!


''Gitarcılar ve şarkıcı sahnedeki yerini almış, cante az önce başlamıştı...O, salida'yı bekliyordu,sahne perdesini hafifce aralayıp loş salona göz attı.Chinitas tıklık tıklım turist doluydu yine...O hiçbirinin dilini anlamıyordu ama az sonra bütün dillerin şifreleri nasılsa çözülecek tek bir dil konuşulacaktı.Sangria testilerinden salona yayılan tarçın ve alkol kokusu genzine doldu,seyirciler her gece tekrarlanan bir grup show'u izlemek için doluşmuşlardı yuvarlak sahnenin etrafına oysa bu gece farklıydı. Bu gece doğaçlama solo bir dans sergileyecek,yanlız kendi için dans edecekti.Ruhu gitarın ve şarkıcının genizden gelen tenör sesine çoktan tutsak olmuştu.''Asi se canta!!!'' dedi gitaristlerden biri elini havaya kaldırarak coşkuyla, ''Asi se toca!!!'' diye cevapladı şarkıcı. Takip ışığı yavaş yavaş karanlık perdeye yöneldi, saçına iliştirdiği çiçeği düzeltti, minik siyah kutusundan çıkarıp castanetlerini taktı parmaklarına, başını dikleştirip omuzlarını geriye attı,bedeni bir ok gibi gergindi. Gitarlar sustu,şarkıcı sustu, hızlı ve uzun adımlarla sahnenin ortasına yürüdü,kollarını gökyüzüne uzattı,bileklerini zarif bir hareketle başının üzerinde birleştirdi,Şarkıcı sordas eşliğinde ''Vamo ya!!!''diye seslendi, ruhu, bedeni ile ritmin vuruşlarında bütünleşti, kısa ve küt topukların sesi duyuldu, artık sahne onundu..Aleee!! nidaları yükseldi, ''Asi se baillllla!!! diye bağırdılar hep bir ağızdan...Kanatlanmış ucuyordu adeta...,,

Sevgili Banucam, olmuş mu?Sevgili Mügeciğime ithafen kurguladığım için sulandırmadım:))şanslı Gitanaymış, yoksa çivisi kalkmış bir tahtaya takılıp çoktan  dizlerinin üstüne kapaklanırdı sahnenin ortasına geldiğinde:)))

Ahh Sevgili Nedukcuğum, sök-yap madem Endülüs'e gidecektik eşzamanlı, haber verseydin de beraber gitseydik, sen eldivenleri alır,ben sihirli kutumu bırakır bir koşu dönerdik:)))

Kaynak: http://www.melisflamenco.com/tr/flamenko.asp?subpage=sozluk

29 Kasım 2010 Pazartesi

Güller Açsın...



İtalya'da bir çanta firmasının yeni yıl promasyonu olarak hazırladığı bu çanta'nın başlı başına hoş bir hediye seçeneği olduğunu görünce paylaşmadan duramadım. Bir çırpıda yapılabilecek kadar basit olmasına karşılık son derece temiz, özenli  ve detay çalışılmış... Çok şık duruyor ama ben bunu o şahane fotoğraf çekimlerimle size yansıtamıyorum:( Gülün dalından ayırıp içini açınca bayağı büyükce bir alışveriş çantası oluyor. çantanızın kenarına asıl taşıyabiliyorsunuz. Aynı firma  yaklaşık 15 gün önce yine alışverişe promasyon olarak çanta içi düzenleyicisi ve kaplumbağa vermişti. Sağolsun ablam, hepsinden edindim:) çantanın içini düzenlerken onu da bir ara resimlerim. Öyle büyük alışverişler yapınca değil makul rakkamdaki alışverişlerde bile böylesi bir jest yapmaları çok güzel , güzel olan bir başka yanı ise tercihi sizlere bırakmaları...Bir yolunu bulup ablamı Sevgililer Gününde de göndermeliyim, bakalım o zaman ne hoşluklar yapacaklar...

27 Kasım 2010 Cumartesi

Bir masal gibi...

Demiştim yaa kral giyimine çok düşkündü...
Bir giydiğini bir daha giymez, giydiği giysilerden de kimse de olsun istemezdi.
Bütün gün sarayın dokuma tezgahları, terziler, makastarlar, kalıpcılar terzihanede gün boyu yeni kıyafetler yetiştirmek için durmaksızın çalışırlardı. Tam 3 yıl önce ''Benden iyi kimse size elbise dikemez, diktiğim elbiseyi sizden başkası giyemez'' diye kralın aklını  soytarı bir dolandırıcı, güya komşu  krallıkta başterziyim diye çelmiş ve günlerce krallıktaki ipek böceği kozalarını toplatıp,kazanlarda kaynattırmış ve aylarca dokuma tezgahlarında güya aptalların göremediği bir kumaşı dokutmuştu.Üzerine rivayet oydu ki hazineden gönderilen en değerli elmaslar, altınlar,zümrütler,yakutlar işlenmişti kaftanın. Üstelik her gün kralın üzerinde prova yapmış yakasını düzeltip,tam tamına beline oturtmuştu... Ama kimse görememişti ki...Tüm ahali hatta kral dahi görmüş gibi davranmış  kimse aptallığı kabul edememişti ki.... Taaa ki o küçük, çelimsiz çocuk tören alayında parmağıyla kralı işaret edip, kahkahalarla gülerek ''KRAL ÇIPLAK!!!'' diye bağırana kadar...
Olan oldu, hiç böyle kıyamet kopmadı, hiç böyle sessizlik olmadı, hazineden yüklüce bir servet kuş olup uçtu, en kötüsü de kralın şanı ''Çıplak Kral'' diye aldı yürüdü. Dokuma tezgahları o günden sonra daha hızlı çalıştı, tam da şu günlerde kralın giydiği o değerli kaftanlarla o tatsız lakap neredeyse unutulmaya yüz tutmuştu.
Bu kere çarşı  meydanında 3 arşını geçmez köhne karanlık terzi dükkanı bulunan yaşlı bir terzi krala ''Bir tek ben silerim üzerinize sıvanan lakabı dikeceğim giysiyle''diye kafa tutana kadar!!! (Acaba o güne kadar fukara cübbesi dışında herhangi bir soyluya kıyafet dikmiş miydi?kim bilebilir?) Kral'ın aklına 3 yıl önceki olay gelmiş ve pek bir hiddetlenmişti. Bu kere tedbiri elden bırakmayacak ve bu şaşkın terzinin restini görecek ya eski şanına kavuşacak ya da halk önünde bir kez daha çıplak kalacaktı. ''Restini görüyorum şaşkın terzi'' diye gürledi.''10 gün süre sana ya kıyafeti tören gününe kadar hazır edersin ya da tören başladığında kellene veda edersin'' ''Tamam''dedi terzi, ''sizden ne değerli taş isterim ne de altın, önce giyin elbiseyi eğer beğenirseniz ve hayatta kalırsam o zaman katını ödersiniz.Yanlız sizden bir çuval kermes, bir çuval ipek böceği isteyeceğim malum fakirlik'' dedi... Kral bir çuval kermes ile bir çuval ipek böceğini gönderdi viran dükkana ve beklemeye başladı.
Çarşı meydanındaki köhne dükkanın  ışığı 10 gün boyunca gece gündüz hiç sönmedi, kapısı hiç açılmadı, ipek böceği kozaları kazanda kaynatıldı,kermesler sağıldı .Çıkrık sesleri 10 gün boyunca hiç susmadı. Sarayda tören hazırlıkları başlamıştı, tören alanının hemen yanına bir de darağacı sehpası kuruldu. Halk suskundu, kim kimle tokalaşsa elleri buz gibiydi olacakların endişesinden...
Herkes bir merak tören alayını doldurmuş soluksuz bekliyorlardı kralın çıkışını.Yaşlı terzi bir değil iki kıyafet dikmişti kral için ve  sandıkta sakladığı kıyafetlerle sarayın yolunu tuttu. Anlaşmaya göre, kral kıyafeti giyecek, kendi bile görmeden gözleri kapalı halkın karşısına çıkacaktı.Terzi ise boynuna kalın urganı dolayacak darağacında bekleyecekti.
Öyle sessizdi ki ortalık... Dinledi ve tek bir alkış sesi duydu kral, derinden gelen bu alkış gittikçe kendisine yaklaşıyor ve yaklaştıkça da kuvvetleniyordu.  Kral dayanamadı boncuk boncuk terler döküyordu,gözündeki bandı hızla çıkardı, karşısındaki çocukla bir anda göz göze geldiler.Minicik bir elden çıkıyordu bu alkış... Buu o çocuktu.. 3 yıl önce ''Kral çıplak'' diye bağıran çelimsiz küçük çocuk tam karşısında durmuş minik avuçları ile kralı alkışlıyordu...Kral üzerindeki elbiseye dokundu, yumuşacıktı, rengi kermes kırmızısıydı ki daha önce bu renkte bir kumaş dokunmamıştı krallıkta, öyle değerli taşlar falan yoktu ama farklı,sade,sıcacık bir duruşu vardı. Kral çocuğu kucağına aldı ''Gerçekten beğendin mi yoksa o darağacında bekleyen adamı kurtarmak için mi beğenmiş gibi yaptın?'' diye sordu. Çocuk yüzünde koca bir gülümsemeyle ''Ne insanlar gördüm, üzerlerinde giysi yoktu, ne giysiler gördüm içinde insan yoktu padişahım, oysa siz bugün  boncuk boncuk terler döktünüz ya çıplaksam yine rezil olacağım halkın karşısında diye... ben cesaretinizi alkışladım, insan yanınızı alkışladım'' dedi...



Hadi bakalım masal bitttiiii, herkes bloguna:)))

Banucam şimdi tek kaşı havada gelir ''Allah Allah şimdi her işe bir öykümü yazacağız!!!'' der... Zaten bu öyküyü de şöyle akıllı uslu kaftanları yayına tam da gönderecekken,Banucamın sözleri geldiği için kurguladım:))) Kaşını havaya kaldırdım mı Banucuğum?

25 Kasım 2010 Perşembe

Kurdela Çamlar...

Özellikle çam ağaçlarını çok severim,her daim yeşildirler,o incecik yapraklarını  dökmezler çok da dekoratiftir gelirler bana kışın ayrı bir güzellik yazın ayrı bir güzellik, hele o kozalakları yok mu?.. Boş kaldığımda ya da telefonla konuşurken elime küçücük bir kağıt geçirir,hemen birşeyler çiziktirmeye başlarım,konuşma bitene kadar ev, cami, şemsiye, kuş, çiçek, ağaç,yelkenli ama en çok da ne yalan söyleyeyim çam çizerim...Çok mu çam deviriyorum ne, bir bakarım kağıt dolmuş :)))Ruhsal durumumu pek bir merak etmekteyim nicedir:)))

Bunlar sürekli çizdiklerimden hatırlayabildiklerim, daha bir dolu var ve bu kere kurdela ile kumaşa geçtim, kalıcı olsunlar bâbında...